14 Aralık 2018 Cuma

Gece sessiz ve uzun...


Büyük bir fırtınanın içerisindeyiz; rotamız, pusulamız yok. Devrildik devrileceğiz, kurtulmak için mücadele edenden ziyade akıl veren çok. Habire savruluyoruz ve gözlerimize kaçan tuzlu sular yüzünden göremiyoruz etrafımızı. Yelkenlimizin dümeni paramparça, direği yamuk, çapası savruk.
Kaptanımızın gözleri ufku arıyor göremeyeceğini bildiği halde, tayfaların hemen hepsi de aynı ahvalde.
Geminin yolcuları tedirgin, telaş içinde, canlarının derdinde. Birkaç kişi var sadece aralarında sakinliğini muhafaza edebilen, tutarsız sözcükler dökülüyor ağızlardan, ama henüz yok onları bir araya getirip mantıklı cümleler kurabilen.
Rüya bu ya, ansızın 'Hızır' çıkarak yetişiyor imdada, hem de tam bütün ümitlerin tükendiği, en son duaların okunduğu esnada...
Kâbuslar görürüz kimi zaman, kan ter içinde uyanırız, etkisinde kalırız uzunca bir süre ve nihayetinde bütün iyi niyetimizle hayra yorarız.
Konu komşu, dost, arkadaş, kimi bulursak, rahatlamak için dökeriz içimizi, yine de bilinçaltımızın derinliklerinde pusuda bekler başka kâbuslar, âdeta kaçırtmak için keçilerimizi...
Bizim köyde "kara koncolos" derler kâbuslara, geceleri biz uyurken, her nasılsa yatak odamızın kapalı penceresinden sessizce içeri süzülür, tam göğsümüzün orta yerine otururmuş. Bizler derin uykudayken bilincimize hâkim olur, kötü rüyalar kurdururmuş.
Çocukluk işte; saftık, her şeye inanır, her söyleneni gerçek sanırdık. Rüyalar kâbusa dönüştüğünde, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu büyürken, yaşayarak öğrendik. Ama hep el ele, omuz omuza verip her zorluğun üstesinden geldik.
Korkularımızın bilinçaltımızda birikip gün yüzüne çıkmayı beklediği saatler, en güzel rüyaları, hatta bir sevgiliyi görmeyi arzu ederek uyuduğumuz vakitler...
Korku filmlerinde bile yaratıklar hep geceyi beklerler.
Gece karanlık, gece sessiz ve uzun. Bütün gün hareket halindeki insan uzanır döşeğine upuzun.
Herkes uyurken uyumayanlar ya vatan nöbetindedir, ya gece vardiyasında, ya da çok hasta... Ya da yârinden ayrılmış, üzgün ve yasta...
Bir de atasözümüz var bu durumu açıklayan: "Su uyur, düşman uyumaz asla!"
Ne badireler atlattık, ne felaketler gördü bu millet. 17 Ağustos depremi bile gece olmuştu, ne tesadüf, hayret.
Geceye hâkim olmak isteyen, gece gibi karanlık kalpli insanlar gördük zaman içinde. Gecenin bir vaktinde göğün karanlığını yırtarak, alçalan uçaklar uçtu üzerimizden esrarengiz biçimde.
Sonra gecelerine sahip olmak için toplandı insanlar meydanlarda günlerce. Uyumadan dimdik ayakta kalanlar oldu sabahlara kadar, onlarca, yüzlerce, binlerce...
Hepsi de bir kâbusun içindeydi. Hepsi o günlerdeki çaresizliğinin içine haykırıp kendi yüreğine dokundu.
Geceler ne kadar karanlık ve korku dolu geçse de bitmeye mahkûmdur, güneş doğar ve tertemiz bir sayfa açılır hayat defterinden. Kâbus gördü diye ölen duyulmamıştır kederinden.
Halide Edip’in söylemiş olduğu gibi: "Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman, gün ışığı en yakındır. Her gecenin bir sabahı vardır."
Ve de her kâbusun bir sonu elbet...
Mehmet Ferah

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder