26 Aralık 2018 Çarşamba

Çocukluğumdan gelen tulum sesleri


Pek fazla oyuncağım olmadı benim. Konuşmayı tamamen söktüğüm vakit, babamdan almasını istediğim ilk oyuncağım bir kalem olmuştu.
Gırgır dergisinde Oğuz Aral’ın çizdiği Utanmaz Adam’ın konuşma balonunu karaladım elime geçen ilk kalemle, içinde ne yazdığını bilmeden.
Belki de o olmak istemiştim, ya da benim sözlerimin yazılı olmasını o balonların içinde? O olamadım, ama sözlerimi balonlara yazdım hep türlü türlü biçimde. İpini bıraktığım uçan balonlarla beraber gökyüzüne yükseldi kelimelerim.
İnatçı bir çocuktum, akranlarımın en inatçısıydım belki de. Kolay kolay vazgeçmezdim kafama koyduğum ve yapmak istediğim hiçbir şeyden.
Tuttuğumu koparmaya, kopardığımı onarmaya, onardığımı da muhafaza etmeye bayılırdım. Yetenekli değildim aslında, hatta beceriksiz bile sayılırdım. Ama mücadeleciydim işte, her ne kadar kaybetmeye mahkûm olsam da bir işin ucuna yapıştım mı, ya bozana ya da başarana kadar bırakmazdım. Konuşmayı çok erken söktüm, ama susmayı çok geç öğrettiler bana.
Mavi göbekli misketleri severdim en çok. Bazen güneşe karşı tutardım, bir başka âlem görünürdü gözüme. Hiçbir renge benzemeyen bir tonda, belli belirsiz ormanlar keşfederdim güneşin gözümü alan ışıkları içinde; sonra gözüm kamaşır, dönerdim dünyadaki sahte özüme. Çok kavgalar ettim çook, mızıkçıya çıkmıştı adım bir ara. Günlerce ağladığım da oldu bu yüzden, ağlattıklarım da.
Hayali bile imkânsız çocukluğumun şimdi; o kadar uzun zaman geçti ki üzerinden, o günleri hatırladıkça hafif bir ürperti gelir, okşar, öper yüreğimin en gizli yerinden.
Zamanla sustukça, gizledikçe hislerimi, doldu taştı dağarcığım kelimelerle. Zamansız imkânsızlıklara meyletti hayal dünyam, orada kurdum memleketimi ve fısıldayarak tüketmeye çalıştım küflenmeye yüz tutmuş sözlerimi.
Duymadı kimseler, hiçbir şey anlamadı benden başkası. Kahkahalar attım kimi zaman oradan, kimileri deli olduğumu düşündü, kimi ise aceleyle uzaklaştı yanımdan.
Konuşulanlar ve duyulanlar arasına set çekti bazen rüzgâr, ulaşmadı doğru kulaklara anlatmak istediklerim. Zaman içinde kayboldu haykırışım, döndükçe dünya,  midesi bulandı ve kurşunların üzerine kustu cümlelerim.
Şakaklarımın üzerine düşen aklarda gizli çocukluğumun dikenli çay bahçeleri. Ümitlerimi hep o çay bahçelerinin kenarındaki çam ağaçlarının altında paylaştım kardeşlerimle, kozalak kozalak. Şimdi o günlerden gelen nağme nağme tulum sesiyle, dikenler halinde birer birer gökyüzüne uçuyor hayallerim. Zıplayıp yakalamaya çalışırken en yakınımdakini, yaşarıyor gözlerim, tutmuyor ayaklarım ve bir serçenin kalbi gibi titriyor nasırlı ellerim.
Sert esen rüzgârda, yitip giderken tulumun sesi, kulaklarıma ağıtlar içinde bir çocuk gülüşü bırakılıyor kundaklanarak.
Kimbilir hangi sevdanın çalınmış gülüşüdür bu, kimbilir belki de bir şairin zihninde beslediği Anka kuşunun son ötüşüdür bu.


Mehmet Ferah

(Bu öykü, Mehmet Ferah'ın Düş Vadisi isimli kitabından alınmıştır.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder