16 Mayıs 2019 Perşembe
'Marx İstanbul’da' bir kez daha sahnede
Tiyatroevi'nin, Howard Zinn'in 1999 yılında yazdığı Marx in Soho adlı oyunundan, Semih Çelenk'in uyarlayıp yönettiği Marx İstanbul'da oyunu, 24 Mayıs’ta Akla Kara Tiyatrosu'nda, 30 Mayıs Almanya'da, Berlin Tiyatrom'da ve 14 Haziran'da Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahnelenecek.
Çağımıza yön veren en önemli düşünürlerden biri olan Karl Marks'ın hayatı ve düşünceleri, bir zaman yolculuğundan geçerek sahneye taşınıyor. Oyunda, öldükten sonra hakkında yapılan spekülasyonlardan, fikirlerinin yanlış anlaşılmasından şikâyetçi olan Karl Marks, öte dünyadan gelip bu yanlış anlamaları ve spekülasyonları düzeltmek istiyor.
Tiyatroevi, Howard Zinn'in 1999 yılında yazdığı Marx in Soho adlı oyunundan Semih Çelenk'in uyarlayıp yönettiği Marx İstanbul'da oyununu, Karl Marks'ın 201'inci doğum yıldönümünde 5 Mayıs'ta sahnelemişti.
2009 yılında yitirdiğimiz Amerikalı Marksist tarihçi Howard Zinn, Marks hakkındaki spekülasyonları ve yanlış anlamaları düzeltmek için bir kurgu yapar. Marks, ölmeden önce yaşadığı yere, Londra Soho'ya gelmek ister, fakat öte dünya bürokrasisi yüzünden New York Soho'ya yollanır ve o da Amerika üzerinden günümüz dünyasının, ekonomi-politik eleştirisini yapar. Oyunun yönetmeni Semih Çelenk ise, Marks'ı İstanbul’a getiriyor.
Çelenk, öte dünya bürokrasisinin Marx'ın dilekçesini yanlış anlayarak, onu Beyoğlu'ndaki Soho adlı bir eğlence kulübüne göndermesini, uyarlamasının çıkış noktası olarak aldığını söyleyerek, "Marks bugünün Türkiye'sinden ekonomi politiğe, işsizliğe, yoksulluğa, küreselleşmeye bakıyor. Kendi ağzından kendi güncellemesini İstanbul'da, İstiklal Caddesi'nde kalabalığa oynayarak yapıyor" diyor.
Oyunda Karl Marx rolünü üstlenen Hamit Demir de, Marks gibi tarihsel bir kişiliği hem kendi gerçekliğiyle, hem de bir fantastik hikâyenin kahramanı olarak Türkiye'de canlandırmanın birçok zorluğu bir arada barındırdığını belirterek, "Bu rol, sadece tarihsel bir kişilik olsaydı, oynaması daha kolay olurdu hiç kuşkusuz. Ama hem kendi gerçekliğinde ve hem de bir fantastik hikâye içinde varsayımsal bir rol kişisi olarak düşünüyoruz. Bu zor bir iş. Üstelik bunu, bir de parodiye kaçmadan, ciddi bir mizah içinde başarabilmek gerekiyor" diyor.
Marx İstanbul'da, 24 Mayıs'ta Akla Kara Tiyatrosu'nda, 30 Mayıs Almanya'da Berlin Tiyatrom'da ve 14 Haziran'da Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahnelenecek.
Cem [Öykü]
Kapılara
dışarıdan çıkıyorum. Dışarıdan nasıl mı çıkılır? Farz ederek. Halk diliyle
söylersek; aklını beş karış havada tutarak.
Küçük
bir ilde üniversite öğrencisi olduğunu düşün, kafanın içi her gün bu küçük ilde
dolup taşıyor bir de. Sen böyle bir yerde büyük düşünceli küçük bir detaysın ki
kendini hep böyle tamamlıyorsun. Sana kalsa bütün hayvanları koruyacak, bütün
ihtiyaç sahiplerini doyuracak, bencil olan herkese tek tek iyiliği
öğreteceksin, sevginin kudretinden bahsedeceksin ki herkes seni duyup sonsuz
aşkına sarılacak. Hüzün görmek yerine yorgun bir ömür istiyorsun kendine.
Buraya gelirken de bunu düşünüyordun sonuçta. Bir kıvılcıma özlem duyuyorsun
şimdi. Fakat yine de heveslerle dolusun. En güzel şiiri okumak gibi. Oysa sen
hep aynı şeyi istiyorsun. Yapamadığın o kadar çok şey var ki, hepsini
yapabilmek adına aynı şeyi istiyorsun. Yeni bir şehre gitmek... Gittiğin yerde
doyum noktasına ulaşacağına inanıyorsun. Onca hüzün içinde Polyanna hayallerini
başaracağını düşünüyorsun. Fakat unutuyorsun; sen zaten sürekli gidiyorsun. Bu
kaçıncı şehir? Düşünceleri ile şehirleri taşıran sensin. Küçük halinle
sığamayan sensin. Eksiksin. Kendini kendi ile tamamlayan hangi insan bir
diğerine umut olmuştur ki? Sen de dahil, hanginiz?
Kafanın
içini o kadar yoruyorsun ki bu saatlerde, günlük rutinini yapmak için
hazırlanıyorsun.
Yürüyüş
yapıyorsun, her akşam saat 9 civarında. Yürümek değil de izlemek keyif veriyor.
Yürürken kendi düşüncelerine bir kez daha boğulursun, izlerken ise onların
hakkında derince dalıp gidersin. Sokak sokak var olan her şeyi izliyorsun.
Arkasındaki hikâyeleri hayal ediyor ve her bir kaldırım taşına bir hikâye
kuruyorsun. Bastığın taşları görmeden. Birikmiş taş yığınlarını gruplara
ayırıyorsun, kimse yalnız kalmamalı. Belki de senin bu adil ayırmanda büyük bir
haksızlık vardır. Birilerini yalnız bırakmışsındır. Hayır, bu sana ait değil,
Tanrı’ya özgü bir hata. Sen yoluna devam ediyorsun. Gelişigüzel geçerken bir
kafenin önünden, tanıdık bir ses mırıldanıyor yüksek kelimelerle mikrofona.
Bilmiş bilmiş bahsediyor bir şeylerden. Heyecanlandırıyor bu ses seni. Sese
yöneldikçe buğulu camlar ve camlara içeriden asılmış perdeler görüyorsun. Net
göremiyorsun sesi. Sanki yasak gibi. Onu bir sebepten ötürü sadece içeridekiler
görebiliyor. Belki Tanrı küçük oyunlarını oynuyor yine, belki hiç anlaşamayacak
ve birbirinizin çirkin yüzünü göreceksiniz. Tanrı sever küçük zarları. Bir
siluet, oturuyor sanki. Anımsadığın bu görüntü, kendini sesi ile hatırlatıyor
sana. Saatlerce sohbet ettiğin bir ses gibi. Tanrım? Sen mi geldin? Kokusunu
bilmediğin için ne kadar da şanslısın, sesi daha iyi duymak için gözlerini
kapatıp dinliyorsun. Gözlerinle de duyarsın, varlığın ötesinde hayallerinde var
edersin tüm bu hisleri sana vereni. Ve bu daha gerçekçidir masum bakışlı bir
kaçaktan. Evet, şanslısın ki kokusunu bilmiyorsun. Biliyor olsaydın ona
yakınlaşman gerekirdi buğulu ve kapalı camların arkasından. Tanıyabilmen için.
Ne kadar yakınlaşman gerekirse gereksin, sen yakınında olabilir miydin peki, en
iyi ihtimalin karşısında? Aynı hislerle sana bakan bir arkadaşın duruyor
karşında. Onaylıyor gözleri ile seni. Arkadaşına bakıyorsun durumu
anlamlandırmak adına. Eliyle çağırıyor seni. Sana mücevher dolu bir kutu
verircesine heyecanlı. Esmer parmakları açılıp kapanıyor. Gidiyorsun. Mekânın
arka tarafındaki küçük bir pencere. Unutulmuş bir pencere. Buğulu değil. Perde
dışarıdan asılmış pencereye. Perdeyi iki parmağıyla aralıyor arkadaşın,
içerideki ışık yüzüne yansıyor. Tozlu bir dürbünden bakar gibi görebiliyorsun
onun sırtını. Bu yalnız kalmış sırt, seni heyecanlandırıyor. O siluetin sırtını
tanıyorsun artık. Geniş omuzlu bir ceket giyinmiş. Omuzlarındaki dünya yükünü
gizlemeye çalışır gibi omzu olan bir ceket. Düşün ki bir sırt sana, orada mecburen
durduğunu düşündürüyor.
"Elinde
cennetin kayıp haritası," diyor ve diyor. "Kimse görmüyor, kimse
duymuyor."
"Bırak
düşsün omuzların, bu kadar da dik durmak zorunda değilsin, haykıra haykıra yaşa
bu yükü. Kelimelerindeki ve sesindeki sızıda gizleme artık,” demek istiyorsun.
Duymayacak diye bunu, iç geçirerek, vazgeçiyorsun söylemekten.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)