10 Aralık 2018 Pazartesi

Nilgün


Sessizce yıkılıyor işte kilitli odaların sırrı; yumuşak kadın elleri, neşesini yitirmiş hiçliğin kaderi. Kendi evreninin çarkını döndürüyor NİLGÜN; manyetik çekim, kimyasal çözülme ve yokluk.
Bir başka zamanın zamansızlığı, hayatın orta yerinde bulduğundur ölüm; bir var yok oyunu.
Karanlık sözler ve iradenin keskin neşteri. Sönen ruhun bedeni; hiçbir şeyin kıpırdamadığı mekân, karanlığa boğulmuş evi iyiliğin.
İfadesi imkânsız, yalnız ölüme yazgılı, bölünmüş insan. Simsiyah bir ufuk, sesi harekete geçiren dalgaları sonsuzluk bilincinin.
Delip geçiyor yaralı göğsünü ışık, kalbimin ortasında bilmediğim kahkahan.
Bildiğim kaderin değişmez anlamı, sessiz bir öykünün sisleri. Kıyıda kurur gider kadınlar, şiirin kırılmaz aynasına bakıp.
Karanlık dağlara sürersin simsiyah atları; düşüp parçalanacağın uçurumlara.
Hep mi böyle yabancıdır dünya, ölümsüz tabiat. Büyülü bir tutsaklığın sonu, çağırdığın gizil gücüdür tutkunun; ölçüsüzlüğün anlamı, yaşam huzursuzluğu, o son düşüş.
Zamanın öncesinde ve sonrasında bir cehennem yolculuğu. Kendi gecesine düşen bir kadın; kanayarak mekânında ışıksız solukların, kendi acı çığlığına yuvarlanır; yaşamın ilk yalnızlığına.
Kendi derinliklerinden akar zamanın derinliklerine; eteklerinde ölesiye bir tutku, dengeli artan bir yoğunluk.
Sihirli semboller, belirsiz kimya ve acının gölgesi. Kırılmaz aklın cesareti, isimsiz balmumu heykeller. Gerçeğin ateşli gerilimi içinde donup kalan yüzler.
Her şey unutulur, her şey yiter. Çelik bir bıçakla yarılır efsaneler, kanlı tutkuların donmuş çölleri ve bütün bir elementin dağılmış parçaları.
Düşüncenin geriliminde hep yurtsuz, tanrısal bir alev. Hiçbir şey kıpırdamaz, üzerine eğilen fırtınada.
Ölümün savrulan sesi, içinde varlığın göğünden düşen bir ırmak. O çorak gölgeler, parçalanmış kafes. Son akıntısı evrenin, kaosun kör devi. Kendi kurgusunu eşeleyen masal.
YOK, HİKÂYESİ YARADILIŞIN.
DAİMA ETİN İÇİNDE KALIR EZGİSİ HİÇLİĞİN.
"Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi..."

A. Arslan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder