
Sessizce
yıkılıyor işte kilitli odaların sırrı; yumuşak kadın elleri, neşesini yitirmiş
hiçliğin kaderi. Kendi evreninin çarkını döndürüyor NİLGÜN; manyetik çekim,
kimyasal çözülme ve yokluk.
Bir
başka zamanın zamansızlığı, hayatın orta yerinde bulduğundur ölüm; bir var yok
oyunu.
Karanlık
sözler ve iradenin keskin neşteri. Sönen ruhun bedeni; hiçbir şeyin kıpırdamadığı
mekân, karanlığa boğulmuş evi iyiliğin.
İfadesi
imkânsız, yalnız ölüme yazgılı, bölünmüş insan. Simsiyah bir ufuk, sesi
harekete geçiren dalgaları sonsuzluk bilincinin.
Delip
geçiyor yaralı göğsünü ışık, kalbimin ortasında bilmediğim kahkahan.
Bildiğim
kaderin değişmez anlamı, sessiz bir öykünün sisleri. Kıyıda kurur gider kadınlar,
şiirin kırılmaz aynasına bakıp.
Karanlık
dağlara sürersin simsiyah atları; düşüp parçalanacağın uçurumlara.
Hep
mi böyle yabancıdır dünya, ölümsüz tabiat. Büyülü bir tutsaklığın sonu, çağırdığın
gizil gücüdür tutkunun; ölçüsüzlüğün anlamı, yaşam huzursuzluğu, o son düşüş.
Zamanın
öncesinde ve sonrasında bir cehennem yolculuğu. Kendi gecesine düşen bir kadın;
kanayarak mekânında ışıksız solukların, kendi acı çığlığına yuvarlanır; yaşamın
ilk yalnızlığına.
Kendi
derinliklerinden akar zamanın derinliklerine; eteklerinde ölesiye bir tutku,
dengeli artan bir yoğunluk.
Sihirli
semboller, belirsiz kimya ve acının gölgesi. Kırılmaz aklın cesareti, isimsiz
balmumu heykeller. Gerçeğin ateşli gerilimi içinde donup kalan yüzler.
Her
şey unutulur, her şey yiter. Çelik bir bıçakla yarılır efsaneler, kanlı
tutkuların donmuş çölleri ve bütün bir elementin dağılmış parçaları.
Düşüncenin
geriliminde hep yurtsuz, tanrısal bir alev. Hiçbir şey kıpırdamaz, üzerine eğilen
fırtınada.
Ölümün
savrulan sesi, içinde varlığın göğünden düşen bir ırmak. O çorak gölgeler,
parçalanmış kafes. Son akıntısı evrenin, kaosun kör devi. Kendi kurgusunu eşeleyen
masal.
YOK,
HİKÂYESİ YARADILIŞIN.
DAİMA
ETİN İÇİNDE KALIR EZGİSİ HİÇLİĞİN.
"Olduğum
gibi ölmeliyim, olduğum gibi..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder