26 Aralık 2018 Çarşamba

Kendi gurbetinde kalanlar


Çok yorgunsun değil mi? Hayatına gönüllü alıp da şimdi gönülsüz taşıdıklarından. Boğazında bir düğüm hissediyorsun. Bütün yük orada toplanıp olanca kuvvetiyle seni boğuyormuş gibi geliyor sana... Kendini boğulmaktan kurtarmak istiyorsun, sırtının tam ortasında beliren ağırlık seni mecalsiz kılıyor, hareketsiz bırakıyor. Kolların bile seni kucaklayamayacak kadar yorgun düşmüş. Ayakların, senin ağırlığına karşı dirençsiz. Bu yüzden istiyorsun ki bir ses olsun yanında, senin sesini senden çıkartacak. İstiyorsun ki bir el olsun elinin yanında, omzunu sıkıca kavrayacak. Bu yüzden istiyorsun ki biri olsun yanında, sırtındaki yükten ziyade, ruhundaki ağırlığı alacak.
O birinin geldiğini nasıl anlarsın biliyor musun? Tek bir kelimenin çıkmamak için direndiği boğazından tüm kelimelerin özgürce uçmak istediğini fark ettiğinde. Artık hiçbir şeyin ağırlığını eskisi gibi hissetmediğinde. Ve taşıdığın şeyin, sana sevgiyle dokunulduğunda senden uçup gittiğini fark ettiğin zaman.
Peki o birileri olmasa da kendine yine de destek olmaya var mısın? Kendine bir hazineymişsin gibi yaklaşmaya... Şefkati önce kendine gösterdiğinde, sevginin tohumunu önce sen kendine ektiğinde, göreceksin ki yağmurun bereketi gibi yağacak üstüne seni yeşertecek olanlar.
Hem biliyor musun? Bizim başımıza gelenler kendimizden uzağa gittiğimiz için oluyor. Bunu şöyle düşün. Kapını kilitlemeden evinden uzaklaştın ve evine bir daha dönmedin. Etraftan geçenler evi bir süre takip ettiler ve oraya kimsenin girip çıktığını görmeyince sahipsiz sandılar. Bunların bazıları camı kırdı, bazıları kapıyı, birçoğu da bahçesindeki çiçekleri talan etti, bir kısmı da evin içinde ne var ne yoksa alıp götürdü. Geriye kalan tek şey, bahçesinde kurumuş çiçekleriyle kalan yıkık dökük bir ev oldu.
Kendinden uzaklaşmak da böyle bir şey. Yaşadığın her şeyi taşıyorsun ama onu bırakacak yer bulamıyorsun. Evinden, yani kendinden de uzaklaşmışsın, yükler biriktikçe birikiyor üzerinde ama onları öyle her yere bırakamayacağını da biliyorsun. Evindeymişsin gibi hissettiren insanlar bu yüzden güzeldir. Her köşesinde huzur bulursun. Eve yayılan ekmek kokusu gibi gülümsetir seni. Pencereden giren güneş ışığı gibi ısıtır içini. Kendi evinmiş gibi güven duyarsın. Ama sen yine de evinden çok uzağa gitme!
Bir başkasına ait başka evler de çıkabilir karşına ama, bir müddet sonra kendini o evin misafiri gibi hissedersin. Yükünün ağırlığını unuttuğun o eve bir başkasını eklersin. Konuşamazsın da boğazın düğümlenir. Çünkü orasının evin olmadığını bilirsin. Otursan rahat etmez, kalksan ağırlığından ayağın diremez. Gitmek istersin dışarısı soğuk, kalmak istersin içinde koca bir boşluk.
Hayatın bir garip oyunudur bu işte. Bizi mutsuz eden şeylerin, bir zamanlar onların mutlu olma sebebimiz olmaları.
Şimdi kendine dön ve kendini kucakla! Sen kendi evindeki ışığı yakarsan, evinde bir hayat olduğunu göstermiş olursun. Nasıl ki sen karanlık bir eve girmek istemezsin, bir başkası da bundan ürkebilir. Her ne kadar ışığıyla aydınlatsa da kendi ışığınla evin daha da aydınlanır.
Evindeki ışığı yak, sıcak bir çay koy kendine. Pencerenin önüne geç ve üstüne bir örtü al. En sevdiğin müziği dinle. Sen ışıldat kendini ki görünesin.

Jasmin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder