
Büyük bir fırtınanın içerisindeyiz; rotamız, pusulamız yok.
Devrildik devrileceğiz, kurtulmak için mücadele edenden ziyade akıl veren çok.
Habire savruluyoruz ve gözlerimize kaçan tuzlu sular yüzünden
göremiyoruz etrafımızı. Yelkenlimizin dümeni paramparça, direği yamuk, çapası
savruk.
Kaptanımızın gözleri ufku arıyor göremeyeceğini bildiği halde,
tayfaların hemen hepsi de aynı ahvalde.
Geminin yolcuları tedirgin, telaş içinde, canlarının derdinde.
Birkaç kişi var sadece aralarında sakinliğini muhafaza edebilen, tutarsız
sözcükler dökülüyor ağızlardan, ama henüz yok onları bir araya getirip mantıklı
cümleler kurabilen.
Rüya bu ya, ansızın 'Hızır' çıkarak yetişiyor imdada, hem de tam
bütün ümitlerin tükendiği, en son duaların okunduğu esnada...
Kâbuslar görürüz kimi zaman, kan ter içinde uyanırız, etkisinde
kalırız uzunca bir süre ve nihayetinde bütün iyi niyetimizle hayra yorarız.
Konu komşu, dost, arkadaş, kimi bulursak, rahatlamak için dökeriz
içimizi, yine de bilinçaltımızın derinliklerinde pusuda bekler başka kâbuslar,
âdeta kaçırtmak için keçilerimizi...
Bizim köyde "kara koncolos" derler kâbuslara, geceleri biz
uyurken, her nasılsa yatak odamızın kapalı penceresinden sessizce içeri
süzülür, tam göğsümüzün orta yerine otururmuş. Bizler derin uykudayken
bilincimize hâkim olur, kötü rüyalar kurdururmuş.
Çocukluk işte; saftık, her şeye inanır, her söyleneni gerçek
sanırdık. Rüyalar kâbusa dönüştüğünde, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu
büyürken, yaşayarak öğrendik. Ama hep el ele, omuz omuza verip her zorluğun
üstesinden geldik.
Korkularımızın bilinçaltımızda birikip gün yüzüne çıkmayı
beklediği saatler, en güzel rüyaları, hatta bir sevgiliyi görmeyi arzu ederek
uyuduğumuz vakitler...
Korku filmlerinde bile yaratıklar hep geceyi beklerler.
Gece karanlık, gece sessiz ve uzun. Bütün gün hareket halindeki
insan uzanır döşeğine upuzun.
Herkes uyurken uyumayanlar ya vatan nöbetindedir, ya gece
vardiyasında, ya da çok hasta... Ya da yârinden ayrılmış, üzgün ve
yasta...
Bir de atasözümüz var bu durumu açıklayan: "Su uyur, düşman uyumaz
asla!"
Ne badireler atlattık, ne felaketler gördü bu millet. 17 Ağustos
depremi bile gece olmuştu, ne tesadüf, hayret.
Geceye hâkim olmak isteyen, gece gibi karanlık kalpli insanlar
gördük zaman içinde. Gecenin bir vaktinde göğün karanlığını yırtarak, alçalan
uçaklar uçtu üzerimizden esrarengiz biçimde.
Sonra gecelerine sahip olmak için toplandı insanlar meydanlarda
günlerce. Uyumadan dimdik ayakta kalanlar oldu sabahlara kadar, onlarca,
yüzlerce, binlerce...
Hepsi de bir kâbusun içindeydi. Hepsi o günlerdeki çaresizliğinin
içine haykırıp kendi yüreğine dokundu.
Geceler ne kadar karanlık ve korku dolu geçse de bitmeye
mahkûmdur, güneş doğar ve tertemiz bir sayfa açılır hayat defterinden. Kâbus
gördü diye ölen duyulmamıştır kederinden.
Halide Edip’in söylemiş olduğu gibi: "Gece en karanlık ve ebedi
göründüğü zaman, gün ışığı en yakındır. Her gecenin bir sabahı vardır."
Ve de
her kâbusun bir sonu elbet...
Mehmet Ferah

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder