
Pek fazla oyuncağım olmadı benim. Konuşmayı tamamen söktüğüm
vakit, babamdan almasını istediğim ilk oyuncağım bir kalem olmuştu.
Gırgır dergisinde Oğuz Aral’ın çizdiği Utanmaz Adam’ın konuşma balonunu
karaladım elime geçen ilk kalemle, içinde ne yazdığını bilmeden.
Belki de o olmak istemiştim, ya da benim sözlerimin yazılı
olmasını o balonların içinde? O olamadım, ama sözlerimi balonlara yazdım hep
türlü türlü biçimde. İpini bıraktığım uçan balonlarla beraber gökyüzüne
yükseldi kelimelerim.
İnatçı bir çocuktum, akranlarımın en inatçısıydım belki de. Kolay
kolay vazgeçmezdim kafama koyduğum ve yapmak istediğim hiçbir şeyden.
Tuttuğumu koparmaya, kopardığımı onarmaya, onardığımı da muhafaza
etmeye bayılırdım. Yetenekli değildim aslında, hatta beceriksiz bile
sayılırdım. Ama mücadeleciydim işte, her ne kadar kaybetmeye mahkûm olsam da
bir işin ucuna yapıştım mı, ya bozana ya da başarana kadar bırakmazdım.
Konuşmayı çok erken söktüm, ama susmayı çok geç öğrettiler bana.
Mavi göbekli misketleri severdim en çok. Bazen güneşe karşı
tutardım, bir başka âlem görünürdü gözüme. Hiçbir renge benzemeyen bir tonda,
belli belirsiz ormanlar keşfederdim güneşin gözümü alan ışıkları içinde; sonra
gözüm kamaşır, dönerdim dünyadaki sahte özüme. Çok kavgalar ettim çook,
mızıkçıya çıkmıştı adım bir ara. Günlerce ağladığım da oldu bu yüzden,
ağlattıklarım da.
Hayali bile imkânsız çocukluğumun şimdi; o kadar uzun zaman geçti
ki üzerinden, o günleri hatırladıkça hafif bir ürperti gelir, okşar, öper
yüreğimin en gizli yerinden.
Zamanla sustukça, gizledikçe hislerimi, doldu taştı dağarcığım
kelimelerle. Zamansız imkânsızlıklara meyletti hayal dünyam, orada kurdum
memleketimi ve fısıldayarak tüketmeye çalıştım küflenmeye yüz tutmuş sözlerimi.
Duymadı kimseler, hiçbir şey anlamadı benden başkası. Kahkahalar
attım kimi zaman oradan, kimileri deli olduğumu düşündü, kimi ise aceleyle
uzaklaştı yanımdan.
Konuşulanlar ve duyulanlar arasına set çekti bazen rüzgâr,
ulaşmadı doğru kulaklara anlatmak istediklerim. Zaman içinde kayboldu
haykırışım, döndükçe dünya, midesi bulandı ve kurşunların üzerine kustu
cümlelerim.
Şakaklarımın üzerine düşen aklarda gizli çocukluğumun dikenli çay
bahçeleri. Ümitlerimi hep o çay bahçelerinin kenarındaki çam ağaçlarının
altında paylaştım kardeşlerimle, kozalak kozalak. Şimdi o günlerden gelen nağme
nağme tulum sesiyle, dikenler halinde birer birer gökyüzüne uçuyor hayallerim.
Zıplayıp yakalamaya çalışırken en yakınımdakini, yaşarıyor gözlerim, tutmuyor
ayaklarım ve bir serçenin kalbi gibi titriyor nasırlı ellerim.
Sert esen rüzgârda, yitip giderken tulumun sesi, kulaklarıma
ağıtlar içinde bir çocuk gülüşü bırakılıyor kundaklanarak.
Kimbilir
hangi sevdanın çalınmış gülüşüdür bu, kimbilir belki de bir şairin zihninde
beslediği Anka kuşunun son ötüşüdür bu.
Mehmet Ferah
(Bu öykü, Mehmet Ferah'ın Düş Vadisi isimli kitabından alınmıştır.)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder