
Çok yorgunsun değil mi? Hayatına
gönüllü alıp da şimdi gönülsüz taşıdıklarından. Boğazında bir düğüm
hissediyorsun. Bütün yük orada toplanıp olanca kuvvetiyle seni boğuyormuş gibi
geliyor sana... Kendini boğulmaktan kurtarmak istiyorsun, sırtının tam
ortasında beliren ağırlık seni mecalsiz kılıyor, hareketsiz bırakıyor. Kolların
bile seni kucaklayamayacak kadar yorgun düşmüş. Ayakların, senin ağırlığına
karşı dirençsiz. Bu yüzden istiyorsun ki bir ses olsun yanında, senin sesini
senden çıkartacak. İstiyorsun ki bir el olsun elinin yanında, omzunu sıkıca
kavrayacak. Bu yüzden istiyorsun ki biri olsun yanında, sırtındaki yükten
ziyade, ruhundaki ağırlığı alacak.
O birinin geldiğini nasıl anlarsın
biliyor musun? Tek bir kelimenin çıkmamak için direndiği boğazından tüm
kelimelerin özgürce uçmak istediğini fark ettiğinde. Artık hiçbir şeyin
ağırlığını eskisi gibi hissetmediğinde. Ve taşıdığın şeyin, sana sevgiyle
dokunulduğunda senden uçup gittiğini fark ettiğin zaman.
Peki o birileri olmasa da kendine
yine de destek olmaya var mısın? Kendine bir hazineymişsin gibi yaklaşmaya... Şefkati
önce kendine gösterdiğinde, sevginin tohumunu önce sen kendine ektiğinde, göreceksin
ki yağmurun bereketi gibi yağacak üstüne seni yeşertecek olanlar.
Hem biliyor musun? Bizim başımıza
gelenler kendimizden uzağa gittiğimiz için oluyor. Bunu şöyle düşün. Kapını
kilitlemeden evinden uzaklaştın ve evine bir daha dönmedin. Etraftan geçenler
evi bir süre takip ettiler ve oraya kimsenin girip çıktığını görmeyince
sahipsiz sandılar. Bunların bazıları camı kırdı, bazıları kapıyı, birçoğu da
bahçesindeki çiçekleri talan etti, bir kısmı da evin içinde ne var ne yoksa
alıp götürdü. Geriye kalan tek şey, bahçesinde kurumuş çiçekleriyle kalan yıkık
dökük bir ev oldu.
Kendinden uzaklaşmak da böyle bir
şey. Yaşadığın her şeyi taşıyorsun ama onu bırakacak yer bulamıyorsun. Evinden,
yani kendinden de uzaklaşmışsın, yükler biriktikçe birikiyor üzerinde ama
onları öyle her yere bırakamayacağını da biliyorsun. Evindeymişsin gibi
hissettiren insanlar bu yüzden güzeldir. Her köşesinde huzur bulursun. Eve
yayılan ekmek kokusu gibi gülümsetir seni. Pencereden giren güneş ışığı gibi
ısıtır içini. Kendi evinmiş gibi güven duyarsın. Ama sen yine de evinden çok
uzağa gitme!
Bir başkasına ait başka evler de
çıkabilir karşına ama, bir müddet sonra kendini o evin misafiri gibi hissedersin.
Yükünün ağırlığını unuttuğun o eve bir başkasını eklersin. Konuşamazsın da
boğazın düğümlenir. Çünkü orasının evin olmadığını bilirsin. Otursan rahat
etmez, kalksan ağırlığından ayağın diremez. Gitmek istersin dışarısı soğuk,
kalmak istersin içinde koca bir boşluk.
Hayatın bir garip oyunudur bu işte.
Bizi mutsuz eden şeylerin, bir zamanlar onların mutlu olma sebebimiz olmaları.
Şimdi kendine dön ve kendini
kucakla! Sen kendi evindeki ışığı yakarsan, evinde bir hayat olduğunu göstermiş
olursun. Nasıl ki sen karanlık bir eve girmek istemezsin, bir başkası da bundan
ürkebilir. Her ne kadar ışığıyla aydınlatsa da kendi ışığınla evin daha da
aydınlanır.
Evindeki
ışığı yak, sıcak bir çay koy kendine. Pencerenin önüne geç ve üstüne bir örtü
al. En sevdiğin müziği dinle. Sen ışıldat kendini ki görünesin.