14 Kasım 2018 Çarşamba

Kimliksiz kaldırım taşı



Öyle karanlık bir gece ki, hayaletlerin bile muma ihtiyacı var. Beyin senkronizesi altında, ezikliğimin gölgesine eşlik ediyorum. Ritmik adımlarla sessizliğimi indirgeyen sakin yürüyüşler yapıyorum. Dahilistik yapısallar ilgimi çekiyor. Onlara dokunmak, insana dokunuyor olmalı.

Yerçekimiyle uyum sağlayan harika bir elektrik akımına patika yoldan uğramaya karar verdim bu gece. Titreyen dizlerimin sesi ve ben, yankısı yüksek mağaralara hayalperest unvanı alkışladıkça ilerliyoruz. Üzerine bastığım ince çalı çırpı, titreyen dizlerimin güçsüzlüğünü tekmeliyor ve soğuk beton ile şahane bir temas kuruyoruz. Yüzüme düşen saçlarımı ittirmek istercesine kafamı yukarı kaldırıyorum ve ürkütücülüğün tam ortasına kamp kurduğumu fark ediyorum. Dizlerimi temizlemek için uyuşmuş ellerimi hareket haline sokuyorum ve tozları silkeliyorum en sevdiğim elbisemden. Soğuğun son evresine ulaşmış ıslak doku, kaygan zeminde Pollyanna dansı yapmama sebep oluyor. Sendeleyerek ilerlediğim yolun sonunda hoş şeyler yok belki. Ama bu geri döneceğim anlamına gelmez.


Bileğimden süzülen sıcak sıvının kokusu, dudaklarımı titreten gülümsemeyi selamlıyor. Ayna yok belki, olsaydı bile tarif edebileceğimden daha iyisini sunmazdı hiçbir görüntü. Ayakkabısını kedinin çalmış olduğu minik bir kız çocuğu edasıyla, kapalı bilincimin rotasına ayak uyduruyorum. Asık yüzümü duymuş olmalı karanlıktan gelen yarasalar. Geri dönecek miyim? Hayır.


Arkamda bıraktıklarımla tekrar karşılaşmak istemediğim şu dakikalar, yarasaların oyununa eşlik edecek cesareti simgeliyorum hayal dünyamda. Her gün Stockholm limanından kalkan beyaz tekneyi düşünüyorum, dalgalara meydan okuyan adama bir kez olsun engel olmayışını canlandırıyorum kafamda. Denizin maviliğini paylaşmanın güzelliğine gözyaşımı siliyorum. Ateşten eli yanan çocuğu düşünüyorum, ateşle harikalar yaratmaktan vazgeçmeyen yanık iziyle dolmuş ellerini sergilemekten çekingenlik duymayışını alkışlıyorum.


Dünyanın güzelliğinden saklanmış bu mağaranın içinde ne aradığımı bulmaya çalışıyorum. Kaybolmuş ışığa arkadaş olmayı teklif ediyorum ama bana cevap vermiyor. Saatlerdir görmüyoruz birbirimizi. Kaçmaktan pes etmek için erken bir zaman olmalı diye düşünüyorum. Öyle olmasını istediğim için. Dilediğim gibi dokunduğum soğuk duvarların, buz olmuş tenimi ısıtmasını umut ediyorum. Serbest. Gözle görünmeyen ama sesiyle sağır olmamı dile getiren zincirlerin, ayak bileklerimi mosmor yaptığını göremeyeceğim kadar karanlık olan bir gecede nefes almaya çalışıyorum. Ses tellerime bağlanmış düğümleri ıslatacak bir damla su olduğunu hayal ediyorum, böylesi daha kolay.


İfadesizliğime öpücük kondurmak istersen, önce kan çanağına dönmüş gözlerime üfle. Belki de uykusuzluğuma ayak basıyorum, kör zeminlere güvenmekten başka çarem olmadığı düşüncesiyle. Ne de olsa burada da yalnızım, tıpkı dışarıda olduğum gibi. Bol güneşli cümleler sarf etmeyi ben de isterdim, ama heyecanlandırmıyor beni fırtınasız-yağmursuz hiçbir ertesi sabah. Geriye dönüp baktığım karanlık, neden önümdeki karanlıktan daha aydınlık?


Sorgulamaktan yorulmayacağımı biliyorum. Bu da benlik duygusunun ana düşüncesi değil miydi? İster sevgi ister nefret, özgürce önüne bakabildiğin kadar sayılırsın dışarıdaki hayatta. Yavaş yavaş anlıyor olmalısın ne için bu karanlığa katlandığımı. Aydınlığın sunmadığı huzurumsu afrodizyak esintiyi hissettiğim tek yere sahip olmayı terk edip gitmem, akla gelir iş değil.


Kafamdaki binlerce soruya bıçak dayıyorum korkusuzca, keserse çok canım yanar mı? Stabil yaşamlar da bir gün globalleşir mi? Mağaralar neden huzur verici? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?



blossom

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder